Cumhuriyet
Dönemi Milli İktisat anlayışı, bu dönemde halkı tasarrufa teşvik etme ve yerli
malı kullanımını yaygınlaştırma çalışmalarını anlatmadan önce, Osmanlı
Devletinin son dönemlerinde uygulamış olduğu
iktisadi politikalardan bahsetmek faydalı olacaktır. “Türkiye
Cumhuriyetine Osmanlı Devletinden zengin bir ekonomik miras kalmamıştı. Tarım
ağırlıklı, ancak tarımsal üretimin daha çok insan ve hayvan gücüne dayalı
olarak, son derece geri yöntemlerle gerçekleştirilebildiği, azınlıkların
egemenliğindeki ticari ve sınai faaliyetlerin de yeterince geliştirilememiş
olduğu Osmanlı ekonomik yapısı, ağır dış borçlar ve birbiri ardına yaşanan
Balkan, Birinci Dünya ve Kurutuluş Savaşlarının da etkisiyle neredeyse çökme
noktasına gelmiştir.”
18.
yüzyıldan itibaren Sanayi Devrimi ile birlikte Avrupalı Devletlerin buharlı
makineler ve kömürün enerjisini üretimde kullanmaya başlamaları, Osmanlı
Devletinin bu aşamaya geçememesi ve hala kol gücüne dayalı, insan gücüne dayalı
bir üretim yolu izlemesi ülkede ithalatın, ihracatın önüne geçmesine yol açmış,
Osmanlı Devletinin diğer devletlerin gerisinde kalmasına sebep olmuştur.
Özellikle III. Selim ve sonrasında II. Mahmut Dönemlerinde, ekonomiyi
iyileştirmek adına, ekonomide millileşme, yerli malı kullanımına özendirme ve
kullandırma noktasında halka yaptırımlar uygulanmıştır. “Düvel-i Muazzama’nın
(Gelişmiş Kapitalist ülkeler için o günlerde kullanılan deyim) Osmanlı
ülkesinde kurduğu ilk köprübaşı (kapitülasyonların dışında) 1838
İngiliz-Osmanlı ticaret antlaşmasıdır. Bu ticaret antlaşması İngiliz mallarına
o güne kadar var olmayan bir kolaylıkla bütün Osmanlı pazarını açıyordu.
1938’den sonra diğer “Düvel i Muazzama’da peyderpey, benzer ticaret
antlaşmalarını Osmanlı Hükümetiyle imzaladılar. 1838-1864 dönemi, Osmanlı
Ekonomisinin ticaret antlaşmalarıyla dış etkilere açıldığı, emperyalizmin tüm
boyutlarıyla kendisini hissettirdiği dönemdir. Bütün antlaşmalar emperyalist
ülkelere çeşitli imtiyazlar sağlıyordu. Fakat hepsinin ötesinde o ülkelerin
tüccar ve sanayicilere liberal, özgür bir iş ortamı yaratmaktaydılar. Böylece
XIX. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Ülkesi yabancı mallarla dolu ve tüketim alışkanlıklarının
Avrupa ülkelerine değiştiği bir düzene girmişti.”
“İktisadi
konularda yeni arayışlara geçilen bir dönem olan II. Meşrutiyet bir milattı.
Osmanlı toplumunda hürriyetin ilanı ertesi iktisadi düşüncede geniş bir yelpaze
oluştu. Osmanlı aydınının uzun süreden beri tartışmakta olduğu, siyasal yaşamın
iki kutbu, hürriyet ve istibdat, iktisadi boyutlarıyla da gündeme geldi.
Hürriyetin diğer bir ifade biçimi “Serbeti’ydi. “Serbesti” kavramı 1908’le
birlikte yazında sık sık rastlanır olmuştu. “Serbesti –i Mukavekat” ve
“Serbesti –i Mübadelat ilkeleri ışığında, “serbesti-i ticaret” benimsenmiş,
“serbesti –i rekabet ihtisasen yaşamın temel şiarı olmuştu. Özgürlükler kişiyi
girişimci olmaya sevk ediyordu.
“II.
Meşrutiyet Döneminde İttihat ve Terakki Fırkası az yetkili askeri siyasi ve
askeri güç konumunda olmuştur. Bunların yanı sıra bir çok alanda yaptığı
modernleşme atılımları içerisinde , milli iktisat politikasının hayata
geçirilmesi çalışmaları yapılmış, diğer yandan yerli sanayiin korunması için
tedbirler alınmıştır. Bu bağlamda gümrük tariflerinde de değişikliğe gidilmiş
ve gümrük vergileri yükseltilmiştir. Ülke ittihat ve terakki fırkasının bu
uygulamaları altında Trablusgarp, Balkan ve II. Dünya Savaşına girmiştir.”
“İttihat ve
Terakki aynı çizgiyi, liberal anlayışı Balkan Harbine kadar sürdürmüştü.
“Teşebbüs-i Şahsi” kutsaldı, dokunulmazdı. Hürriyete inanan Hürriyet
isteyen “teşebbüs-i şahsiden”
vazgeçemezdi: Ancak, hükümetin iktisadi konularda duracağı mesafe, daha ilk
günden itibaren İttihat ve Terakki’nin kararsız kaldığı bir konuydu.
Liberaldi; ancak Avrupa’da liberalizme karşı yükselen
eleştirileri de görmezden gelemiyordu. Özellikle yeterince sermaye birikiminin
oluşmadığı ortamlarda devletin rolü değişebilirdi. Liberalizmde siyaset ve
ekonomi iki ayrı dünyaydı. Siyaset piyasadan uzak durmalıydı. Sermayenin
yeterli olduğu sürece bu düstur kabul edilebilirdi. Oysa Liberalizme yöneltilen
eleştirilerin başında büyük ölçekli girişimlerde, bireysel girişimin soluksuz
kalışı geliyordu. Devlet 19. Yüzyılda pozitif işlevler yükleniyordu. Devletten
beklenenler “jandarma devlet” anlayışının ötesinde idi. Müdahaleci devlet ise
çok değişik düzeylerde tecelli edebiliyordu. Uç noktada özel mülkiyeti kaldıran
kolektivizm vardı. Kolektivizim ile liberalizm arasında bir dizi ara durak
vardı. Bunlardan biri de ileride
Cumhuriyet Döneminde sözü edilecek olan “Devlet Sosyalizmi” idi.
Devletçilikle sonuçlanacak olan “Devlet sosyalizmi” kavramını Osmanlı
literatürüne İttihat ve Terakki soktu.5 “ Böylece İttihat ve Terakki 1930’lu
yıllarda uygulanacak olan Devletçilik politikasına, milli iktisat ve sanayinin
korunmasına, Yurt Dışı ürünlerinin ülkemize girişinin bizim ekonomimize
vereceği zararların halka anlatılmasına zemin oluşturdu.
“II.
Meşrutiyet liberalizminin ekonomideki en önemli yansıması Osmanlı ticaretine
egemen olan Osmanlı yurttaşı
gayrimüslimlerin ve yabancı etkinliklerin daha da artmasıydı. Serbest rekabet
koşulları altında Müslüman zanaatkarlar yoksullaşarak mesleklerini yitirdiler.
Lonca düzeni içinde sağlanan dayanışma ile varlığını sürdürebilen Müslüman
esnaf, loncaların kaldırılmasından olumsuz etkilendi. İkinci Meşrutiyetin
getirdiği olanaklar ile gerek gayrimüslim unsurların milliyetçi girişimleri ve
ayrılıkçı hareketleri, gerek meşrutiyet liberalizminin Müslüman girişimciler
üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar, Türk Milliyetçiliğinin gelişmesinde etkili
oldu.
Osmanlı devleti 1912-1913
yıllarında Balkan Savaşlarında Rumeli topraklarını kaybetmiş, ardından 1918
yılında I. Dünya savaşında birçok
cephede savaşmış ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros bırakışmasıyla birlikte
mütareke dönemine oldukça yorgun bir şekilde girmiştir.
“1923-1929
döneminin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki yapı taşı, yeni Türk devletinin
dünya içinde nasıl bir yer kaplayacağını belirleyen Lozan Antlaşması ile
dönemin son yılında patlak veren kapitalist dünya ekonomisini derinden sarsan
büyük buhrandır. İlginç bir tesadüf sonucu, Lozan Antlaşmasının hükümlerine
göre uygulanan ekonomik sınırlamaların kalkacağı, ayrıca Osmanlı borçlarından
Türkiye Cumhuriyetine düşen borç taksitlerinin ödenmeye başlayacağı yıl da
büyük buhranın başlangıç yılı olan 1929 olacaktı. Bu tesadüfi çakışmanın, bir
sonraki dönemin politikalarına geçişte hızlandırıcı bir rol oynadığını
göreceğiz.”
“Bir
siyasi bağımlılık düzenlemesi olan, üstelik önemli ve ağır iktisadi sonuçları
da bulunan kapitülasyonların kaldırılması gibi bir başarı sağlamasına rağmen
Lozan Antlaşmasının diğer iktisadi hükümleri içinde emperyalizme verilen
çeşitli ödünler de yer almaktaydı. Uzun ve çetin bir pazarlık sürecinin sonunda
imzalanan Antlaşmanın tüm iktisadi ödünlerden arındırılması herhalde mümkün
değildi. Ancak bunların Cumhuriyetin ilk yıllarındaki iktisat politikalarını etkileyecek
ayak bağları oluşturduğunu da saptayabiliyoruz.”
Mustafa Kemal
Paşa’nın Samsuna çıkmasıyla başlayan Milli Mücadele sürecinde ülkenin ekonomik
durumu hiç iyi değildi. Ülke bu ekonomik darboğazda iken Kurtuluş Savaşını
başlatmış ve kazanılan büyük askeri
zaferden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın ilk işi ülke ekonomisini yoluna
koymak olmuştur. “Kurtuluş Savaşında karşılaşılan zorluklar, barışa giderken
ekonomiyi güçlendirmenin ön plana alınmasını gerekli kılmış, ulusal bir ekonomi
yaratmak zorunlu olmuştur.”
1
Mart 1922’de TBMM açılış konuşmasında;
“Yüce heyetinize ve bütün dünyaya bir soru sormama izin veriniz: Türkiye’nin
efendisi ve sahibi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim. Türkiye’nin
gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha
çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve layık olan da köylüdür. Bu nedenle
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin izleyeceği yol, bu temel amacın
sağlanması yönünde olmalıdır… Efendiler, diyebilirim ki bugünkü felaket ve sefaletin
tek sebebi bu gerçeği bilmemizdir. Hakikatten yedi yüzyıldan bu yana dünyanın
çeşitli yerlerine aktararak kanlarını akıttığımız, kemiklerini değişik
topraklarda bıraktığımız, yedi yüz yıldan beri emeklerini ellerinden alarak boş
yere sarf ettiğimiz ve buna karşılık devamlı hakaret ederek küçük gördüğümüz
fedakarca ve karşılıksız olarak verdiklerini, nankörce ve küstah bir zorbalıkla
karşıladığımız, kendisini uşak durumuna düşürmek istediğimiz bu gerçek mal
sahibi önünde bugün büyük bir utanç ve hürmetle, gerçek yerimizin ne olduğunu
bilerek esas duruşumuzu alalım. Efendiler milletimiz çiftçidir. Milletin
çiftçilikteki emeğini çağdaş ekonomik tedbirlerle en yüksek seviyeye
çıkarmalıyız. Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuşması,
Kurtuluş Savaşı öncesi 1921’de yayınladığı Tekalif i Milliye emirleriyle
birlikte aç kalmak, açıkta kalmak pahasına, vatanın ve milletin bağımsızlığı
için varını yoğunu orduyla paylaşan Türk Milletini, Türk köylüsünü yücelttiği
konuşmasıdır. Uğruna üstün mücadeleler verilen, topyekün savaşılıp kazanılan
ulusal bağımsızlıktan sonra şimdi amaç ekonomiyi Millileştirerek, halkı yerli
malı kullanıma teşvik edip, ekonomiden yabancı ellerin çekilmesini sağlamak ve
ekonomide de tam bağımsızlık elde etmektir.
“Kurtuluş
Savaşından sonra İstanbullu Türk tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliğini
kurdular. Birliğin kuruluş amacı yabancı ekonomilerle, dış ekonomik ilişkileri
sürdüren azınlıkların tasfiyesiyle meydana gelen boşluğu doldurmaktı. Milli
Türk Ticaret Birliği, Ocak 1923’te Ticaret i Hariciye Kongresi düzenlemeye
karar verdi. Bu arada Ankara Hükümeti bir yandan Lozan’da karşılaşılan
zorlukları Türk ve Dünya kamuoyuna duyurmak, diğer taraftan ekonominin çeşitli
sorunlarını tartışmak üzere İzmir İktisat Kongresi hazırlıkları içerisindeydi.
Milli Türk Ticaret Birliğinin de katıldığı İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4
Mart 1923 tarihleri arasında toplandı. “
Milli
İktisat ve ekonominin bağımsızlığı için ilk önemli adım olan “Cumhuriyet Dönemi
Türkiye iktisat tarihi yazınında İzmir İktisat Kongresi genellikle dönemin
başlangıcı olarak kabul edilir.” “1923 yılının
Şubat ayında toplanan ve pratik olmaktan çok sembolik önem taşıyan bir kongre de dönemin önemli
uğraklarından biri sayılmalıdır: İzmir İktisat Kongresi. İktisat Vekili Mahmut
Esat’ın “mesleki temsil” ilkesine göre örgütlediği, Kazım KARABEKİR’in
başkanlık yaptığı, ve Mustafa Kemal’in açılış konuşmasıyla başlayan kongre,
yeni rejimin karşılaşabileceği tüm iktisat politikası sorunlarının ve çiftçi,
tüccar ve amele gruplarının blok oylarıyla kararların alındığı bir forum
olmuştur.” Burada
benimsenen ve iktisadi manada uygulanmak istenen düşünce II. Meşrutiyet Döneminde İttihat ve Terakki
Cemiyetinin uyguladığı milli ekonomi anlayışının devamı niteliğindedir.
“İzmir’de
toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış
olan iktisadi faktörlerin ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak,
onların ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek
ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir. Ülkedeki
ekonomik yapılanmanın, uygulanacak iktisat politikasının yönünü belirleyen bir
“Misak ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak ı İktisadi; yurtiçi sanayii kurmayı
ve geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına
saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir kongrede alınan
kararlar, “Misak ı İktisadi” ve “Çiftçi, Tüccar, Sanayici ve İşçi Gruplarına
İlişkin Esaslar” olarak adlandırılan iki bölümde toplanmıştır.” İzmir İktisat
Kongresinde alınan Milli İktisat’ın uygulanması ve yerli malı kullanılması ve halka tasarruf bilincinin aşılanmasına
dair kararlar Cumhuriyetin ilk zamanlarından itibaren uygulanmaya başlanmıştır.
“9 Aralık 1925’te kabul edilen Yerli Kumaştan Elbise giyilmesine dair 688
sayılı kanun bu uygulamanın güzel bir örneğidir.
İzmir’de emekli yüzbaşı Naim Bey’in
girişimi ile kurulan Yerli Mamulatı Müstehlikler Cemiyeti okullarda, biçki
dikiş yurtlarında yerli malı kullanıma yönelik konferanslar vermiş, okul
kitaplarına bu görüşü destekleyen makale ve vecizeler konması konusunda Maarif
Vekaleti nezdinde girişimde bulunmuş, yurdun birçok yerinde yerli malı koruma
örgütleri açılmasını sağlamıştır.1929 yılında da İstanbul’da Yerli Malları
Koruma Cemiyeti kurulmuştur. “
1929 yılının
ortalarından itibaren dünya ekonomik buhranı Türkiyedeki tesirini ilk olarak
milli paranın değerini kaybetmesi şeklinde göstermiştir. Bu duruma bağlı olarak
Halkın alım gücü ve refah seviyesi düşünce devlet tasarrufu özendirme yerli
malına teşvik ve israfı önleme çalışmalarına başladı. Bunları halka anlatma ve
tasarrufun gündelik hayatta uygulanması noktasında devlet Milli İktisat ve
Tasarruf Cemiyetini görevlendirdi. “Cemiyet kuruluşundan başlayarak yoğun bir
çalışma programı dahilinde sergiler, seminerler, mitingler, ve yılda bir kere
gerçekleştirilen ve “Tasarruf ve Yerli Mallar Haftası” başta olmak üzere
çeşitli halkla ilişkiler yöntemlerinden faydalanan geniş çaplı bir kampanya
dönemine girilmiştir.”
Milli İktisat ve
Tasarruf Cemiyetinin 1932
yılında ilim, edebiyat
ve İktisat dergisi olan “İçtihat” Dergisine gönderdiği mektupta dönemin içinde
bulunduğu iktisadi durumu ilk ağızdan okuma imkanı buluyoruz: “Milli İktisad ve
Tasarruf Cemiyetinden aldığımız bir mektupda mühim ve hayati ir mes’le şerh
olunmakdadır. Ez cümle deniliyor, ki geçen sene, buhran afyon ve tütünümüzü
alıcısızlık yüzünden mahv etmişdi, Afyon ve tütün mustahsılları iktisaden mahv
olmuşdu. Bu sene de buhran incirimizi, Fındığımızı, üzümümüzü, vurdu. Bu
suretle de incir, üzüm, fındık müstahsillerimiz perişan bir hale düşmüşdür. Bu
kötü vaz’iyetin akisleri büyükdür. Devlet vergileri
artırmaya bu yüzden bu yüzden mecbur olur, ihracaat, kazanç, mu’amele vergileri
namile alacağı paraları alamayınca devlet mekanizmesinin işlemesi için lazım
parayı yeni vergi koymak suretile elde etmeye mecbur olur. Bu hale karşı çare
düşündük o da fındık, üzüm, İncir
mahsüllerimizi dahilde istihlak etmek yolunu açmakdır; Matbu’atımızın bu
hususda propağanda yapmasını vatanperverliklerinden bekleriz” “Bizim
mutala’amız şudur: “Mili İktisad ve tasarruf cemiyetinin yüreğile yüreğimiz
beraber çarpıyor. Ve muhterem cemiyetin bu sözlerinde samimi bir endişe
okunuyor; kendilerini tebrik ve tekrim etmek hakdır. Bizim şu sözlerimizin de
yürekden gelen bir alaka ve muhabbet eseri olduğu kani olsunlar:
Nefis
üzüm, incir ve fındığımızın dahilde istihlak olunmasını teşvik edelim bu hakikaten
her cihetle doğru bir işdir. Fakat bu propağandayı Avrupada Amerikada
Avustralyada ve hatta Afrikada yapmak daha doğru daha ziyade lazımdır. Milli
iktisat ve tasarruf cemiyetinin ecnebi memleketlerde propağanda teşkilatı var
mıdır? Bu teşkilat varsa nerelerde? Neden ibaretdir? “devise” ya’ni ecnebi
parası memleketimize girmezse biz kolay yaşayamayız. Haricden almaya mecbur
olduğumuz eşyayı te’diyeye imkan bulamayız. Mahsulatımızın alıcısının olmaması
sebebi yalnız cihan buhranı değildir.
Bundan
üç sene evvele gelinceye kadar Türkiye, İtalya’ya azim mikdarda yumurta ihraç
ediyordu, köftehor bir yumurta tacirimiz bayat yumurtaları sandığın altına ,
tazelerini üstüne koyarak İtalyaya sevk etmek ayıbını irtikab etmiş, bunun
üzerine emniyet münselib olmuş, İtalya yumurta satın alıcısı Türkiyeye kapısını
kapamış. Şimdi yumurtayı Yunanistandan almakdadır. Fakat Yunanistanın İtalyayı
doyuracak kadar yumurtası olmadığından bizden ucuz ucuz mübayı;’a ediyor ve
yunan yumurtası namile İtalyaya sevk ediyor. İki sene evvel bu mes’eleden Türk
Ocağında verdiğimiz bir konferansda bertafsil bahsetmiştik. Dahili matbuat
mahsullerimizin dahilde de sarf olunmasını hiç çok görmeyiz. Çünki bu bir
milyon lira on milyon lira getirir. Biz bu propağandaların usulünü yaratmak için
kafa patlatmaya da muhtaç değiliz. Fransızların, Almanların, İngilizlerin,
İtalyanların ve ba husus Japonların mal sürmek usullerini tatbik etmekle iktifa
ederiz. Büyük müesseselere meccani nümuneler hanımdan bahs etmeksizin, ciddi
bir tavr ile Prospectus ler göndermek, ticari iktisadi gazete ve mecmuaların
birer sütun veya sahifesini isticar etmek ilah… gibi tedbirleri muhterem “Milli
İktisad ve Tasarruf Cem’iyyeti” azası kardeşlerimiz derpiş etmişler midir?
Bunun için para lazım, bu parayı kim verecek? İktisad Vekalet budcesi mi?
Hayır, Bunu hatırdan bile geçirmeyiz; büyük ihracat mahsulatının
mustahsillerinin münevver teşkilatı kim verecek münevver kafalar, yakını ve
uzağı eyi görmeye muktedir gözler! Büyük Türkiye dostu E. Herriot İlim! İlim!
Vatan için “devayi kül” ilimdir diyır. Biz bunu da kafi görmiyoruz. Biz ilim ve
yürek! diyoruz. Umumi selamet ve saadet için titreyen yürek! Muhabbetsiz ilm
neye yarar? Muhabbet ilimi de yaratır. Muhabbet büyükdür, onun yaratmak ve
yaşatmak kuvveti güneşin yaratmak ve yaşatmak kudretinden büyükdür. Güneş
muhabbetin timsalidir.”
a-
Halkı
israfla mücadeleye, hesaplı ve tutumlu yaşamaya tasarrufa alıştırmak.
b-
Yerli
Mallarımızı tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak.
c-
Yerli
Mallarımızın miktarlarını çoğaltmaya, cinslerini, nefaset ve diğer evsafları
itibariyla yabancı benzerlerinin seviyesine
çıkarmaya ve fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak.
d-
Yerli
mallarımızın sürümünü arttırmak suretiyle milletin iyi yaşamasını temin etmek
şeklinde tespit edilmiştir.
“Bunun için milletçe azami tasarrufa
önem verilmeli, yerli malının kullanımı artırılmalıdır. İşte cemiyet bu
hususların millet çapında benimsenmesi için nizamnamesinin 4,5 ve 6. Maddesinde
ifade edilen amaçları doğrultusunda harekete geçti ve,
A-
Halkı
tasarrufa alıştıracak propagandalar yaptı.
B-
Yurt
içi ve Yurt dışında yerli mallarımızı tanıttı. Bu maksatla;
1-1929’dan
itibaren her yıl Aralık ayının 12’sinde başlayan ve tüm memleketi kapsayan
“Tasarruf ve Yerli Malı” Haftasını düzenledi.
2-Yurdun belli
başlı büyük şehirlerinde yerli mallar sergisi açtı.
3-Yurt dışına
açılacak beynelmilel sergilere katılarak, sanayi ve zirai ihraç ürünlerimizi
dünya kamuoyuna tanıttı.
4-Genel amaca
yönelik yayınlar yaptı.
C-Yerli mallarımızın miktarını,
çeşitlerini ve kalitelerini artırmak maksadıyla,
1-Sanayi Kongresi,
2-Ziraat Kongresi, tertip
etti.
D-Ankara’da bir sergi evi kurulmasını
sağladı.
“Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin
Türkiye’de ürün tarihi bağlamındaki en belirgin etkinliği ulusal yerli malları
sergilerinin düzenlenmesidir. Cemiyet Budapeşte ve Leipzig uluslararası
sergilerine katılım da sağlamıştır.” 22 “Sergi süresince Milli İktisat ve
Tasarruf Cemiyetinin yayın müdürü Vedat Nedim (Tör) ile sanayi müfettişi;
Derviş Bey’i hem ihraç ürünlerinin hem de yeni Türk Devletinin yapısıno
ekonomik potansiyelini, turizm açısında tarihi ve doğal güzelliklerini
tanıtmaları için hazır bulunduruldu.”23 “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin
Türkiyeyi Temsilen katıldığı 2. Sergi olan Leipzig’de de sergicilik açısından
bazı tecrübesizliklere rastlandı ancak buna rağmen sergi amacına ulaştı.
Hükümetin önem verdiği dış temaslarla ilgili çeşitli sosyal ve ticari
bağlantılar yapıldı. Türkiye’nin sanayileşmiş ülkelerin büyük önem verdikleri
maden ve mahsul zenginliğine sahip olduğu gösterildi. Turizm açısından tarihi
ve doğal güzelliklerimizin reklamı yapıldı. Yabancı sermaye sahiplerine
Türkiye’de yatırım yapmaları ya da ticari ilişki kurmaları durumunda karlı
çıkacakları anlatıldı. Ancak Osmanlı
Dönemindeki tecrübelerden faydalanılarak ticari ilişkilerin tek taraflı
olmayacağı, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu mamul maddelerin ithal edilebilmesi
için aynı zamanda ürettiklerini satması gerektiği özellikle vurgulandı. Çünkü bir ülkenin satın alma kabiliyeti satabilme
kabiliyetiyle yakından ilgili olduğu biliniyordu. Bu nedenle Türkiye 1930-1938
devresinde ısrarla “malımızı alan ülkenin malını almak” politikasını takip
etti. Budapeşte ve Leipzig uluslararası sergilerinde de yaptığı ticari
bağlantılarda daima bu hakikati göz önünde bulundurdu.”24 “Türkiye’de 1851
uluslararası sergisine katılımın ardından yeni bir kavrayışla düzenlenmeye
başlanan sergilenen, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin aracılığıyla Erken
Cumhuriyet Döneminde sürdürülerek başka bir düzleme taşındığı görülür. Cemiyet
kurumsallaşmış sergiciliğin gelişmesine ve düzenli sergi faaliyetlerinin devam
ettirilebilmesine yönelik bir adım olarak “Ankara Sergi Evi” Binasını
yaptırır.”25
“
Açılışı dönemin Başbakanı İsmet İnönü yaptı. Açılışa parlamenterler, Ankara’da
bulunan büyük ve Orta elçiler, Balkan antantı daimi komisyon üyeleri, yerli ve
yabancı basın mensupları ve çok sayıda vatandaş katıldı. Burada bir konuşma
yapan Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Genel Sekreteri ve İzmir Milletvekili
Rahmi (Köken) Bey, Sergi Evi’ne niçin ihtiyaç duyulduğunu şöyle izah etti:
Şimdiye kadar kurulmuş olan sergiler bize sanatın en son vesikalarıyla
bezenmiş, daimi bir Sergi Evi’nin inşa edilmesi ihtiyacını göstermiştir. Ankara
böyle bir müesseseden uzun zaman mahrum kalamazdı. İşte bu ihtiyaçlardan Milli
İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin Teşebbüsü ile iftihar edebileceğimiz mimari
eserlerimizden biri olan Ankara Sergi Evi meydana gelmiştir.”26 Bu dönemde
yurdun 4 bir yanından gelen katılımcılar için Ankara dışında İstanbul’da da bir
sergi açılmıştır. “ Katılan firmaların bir kısmı devletten endüstri teşviki
alanlardır. Her türlü dokuma, mobilya ve diğer ahşap işleri metal endüstrisi ve
atölyenin ürettiği ev eşyaları, atölye işi seramik ve cam ürünler, gıda
ürünleri gibi halkın kullanıcı olarak tükettiği ürünler sergilenir. Yerli
malları sergilerinde sistematik bir sınıflandırmaya gidilmemekle birlikte
ürünlerin ağırlıklı olarak malzemelerine göre gruplandığı söylenebilir.
Endüstri üretimi, el üretimi ayrımına da bakılmaz. Sergilenen ürünlerin
hammaddeden son ürüne kadar süreciyle yerli olması serginin en karakteristik
hedefidir.” Bu sergiler
ülke içinde üretilen tamamen yerli ürünlerin bir araya getirilmesi ve halkın
yerli malına talebinin artırılması, halkta tasarruf bilincinin oluşturulması ve
Milli İktisada koyduğu katkı noktasında çok önemlidir.
“1930’lu
yılların getirdiği yeni koşullarla birlikte, devletçilik dışa göre kapalı bir
ekonomik yapıda büyük ölçüde iç kaynaklarla finanse edilen sanayileşme
girişiminin motoru oldu. Diğer pek çok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi,
kapalı ekonomide ithal ikamesi yoluyla sanayileşmenin ilk adımları Büyük
Ekonomik bunalım ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında atıldı. İlk hedeflerse “Üç
beyaz”ın yani şeker, un ve pamuklu dokumanın yurtiçi üretimini sağlamaktı.”Kamu İktisadi
Girişimleri Sistemi Üçüncü Beş Yıllık Sanayi Planı (1934-1938) çerçevesinde
Sümerbank’ın kurulmasıyla (1933) örgütleşme yoluna girdi; Sümerbank Sanayi
İşletmeleri kurma yanında kendi alanında ticaret ve finansman işlerini
yürütmekle görevlendirildi. Bunu enerji ve maden sektöründe üretim, ticaret ve
finansman işlerini yürütmekle görevlendirilen Etibank (1935) ve yeraltı doğal
kaynaklarını araştırıp bulmak ve işletmek amacına dönük çalışacak Maden Tetkik
ve Arama Enstitüsü (1935) izledi.”
Pamuklu
Dokumanın yurt içinde üretiminin sağlanmasını teşvik etmek için halkın yerli
malı kumaştan yapılmış kıyafetlere rağbet göstermesinin sağlanması gerekiyordu.
Bu konuyla ilgili Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışanı Cemal Granda “Atatürk’ün
Uşağı’nın Gizli Defteri” isimli
kitabında Mustafa Kemal Atatürk’ün yerli kumaş kullanımıyla ilgili
gösterdiği hassasiyeti onunla olan bir anısıyla anlatmıştır. “ Yalova’da uzun süre kaldık. Akşamları
Atatürk’ün sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunları bu
sofrada görüşülüyordu. Bir akşam yerli malı kullanılması üstüne bir konuşma
oldu. Herkes düşüncelerini söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi için
büyük bir kampanya açılması, herkesin yerli malı yemesi, yerli malı giyinmesi
isteniyordu.Yerli Malı haftasının açıklanışı da bu günlere rastlar. Atatürk
herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her zamanki dikkatiyle dinledikten
sonra: “Bundan sonra önder olarak benim
de yerli malı kullanmam gerek Gardroptaki elbiselerimi getirin. Köşkün önünde
yakın!” buyruğunu verdi. Herkeste bir sessizlik. O şen gürültülü sofra sanki bir anda mezar
sessizliğine bürümüştü. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu. Sessizliği ilk önce
konuklar arasında bulunan Ulus baş yazarı Falih Rıfkı ATAY bozmaya cesaret
edebildi: “Paşacığım elbiseleri
yakmayın, birer tanesini bizlere verin. Biz de hatıra olarak saklayalım.”
Deyince Atatürk hafifçe gülümsedi : “Peki”. Dedi Orada hazır bulunan herkese
birer kat elbise verildi. Bunların artık o elbiseleri hatıra olarak mı
sakladıklarını, yoksa giyerek mi
eskittiklerini bilemem. Bir gün sonra Beyoğlu’nun tanınmış terzilerinden Arman,
Yalova’ya getirildi. Atatürk köşktekilerin gözleri önünde yerli kumaştan
elbiselerini kestirdi ve diktirdi. O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep
yerli kumaştan seçip Arman’a diktirmiştir. Bir daha İsviçre’den kumaş gelmedi.”
“14 Aralık
1929’da Kazım ÖZALP başkanlığında resmen kurulan “Milli İktisat ve Tasarruf
Cemiyeti” yerli malı politikasının uygulanması ve özellikle toplumda yerli malı
kullanımını özendirme faaliyetlerinde bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün
kuruluşunu desteklediği ve fahri başkanı olduğu cemiyet, devletin ileri
gelenlerinin destek ve katılımlarıyla önemini artırmıştır.Yerli Malı konusunda
üretim kadar tüketim konusunda da çalışmalar yapan cemiyet; açtığı şubeler,
düzenlediği sergiler, mitingler ve yarışmalarla günümüze taş çıkaracak
propagandalar yapmıştır. Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin dışında kamuoyu,
devlet daireleri, okullar ve gazetelerde yerli malı seferberliğine girilmiştir.
Bu seferberlik, açılan yerli sanayi kuruluşlarının üretimleriyle birleşince
ilerleyen on yıl içinde ülkede ihracat ürünlerinin satışında ve yerli malı tüketiminde büyük
oranda artış yaşanmıştır.”
1929 yılından
itibaren 12-19 Aralık tarihlerinde yurt genelinde kutlanması belirlenen Yerli
Malı ve Tasarruf Günü haftası, o günlerden
günümüze kadar gelmiştir. Okullarda sınıf öğretmenlerinin öğrencilere
yerli ürün kullanmayı teşvik etmek amacıyla evde yapılan yiyecekler, yerli
üretim meyve, sebze ve ev yapımı içecekler eşliğinde günün önemini anlatan özlü
sözler ve şiirlerle coşkuyla kutlanmaya devam edilmektedir. Böylelikle
Tasarrufun ve Yerli Malı Kullanımının Milli Ekonomiye olan katkısı küçük
yaşlardan itibaren çocuklara aşılanmış, bu zihniyette nesiller yetiştirmek
amaçlanmıştır.
Ülkenin sadece
zor zamanlarında değil her şartta ve koşulda Yerli Malına öncelik vermek,
israftan kaçınmak, milli ekonominin kalkınmasına katkı koymak vatanını seven ve
ulus bilinci gelişmiş her yurttaşın öncelikli görevi olmalıdır.
Atatürk’ün
Söylev Demeçleri I-II
Boratav,
K., Türkiye İktisat Tarihi 1908-2015.
Çavdar,
T., Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960: Yirminci Yüzyıl Türkiye İktisat
Tarihi
Duman, 1990, Milli İktisat ve Tasarruf
Cemiyeti
Granda, Atatük’ün Uşağının Gizli Defteri
İçtihat, 15 Teşrini evvel, 1932 sayı 355
G.Kazgan, Tanzimattan XXI. Yüzyıla
Türkiye Ekonomisi
Koçtürk, M.Gölalan, Üçüncü Sektör
Kooperatifçilik,2010,45,(2) 1923-1950 Türkiye Ekonomisinin Yapısal Analizi
Koraltürk, Erken Cumhuriyet Döneminde
Ekonominin Türkleştirilmesi
Özçaylak, Cumhuriyet Dönemi Ekonomisinde
Yerli Malı Politikaları ve Uygulamaları
Özgür C, S. Taşdan Milli İktisat ve
Tasarruf Cemiyetinin Propaganda ve Halkla İlişkiler Bağlamında
Değerlendirilmesi
Resmi Gazete, 20 Aralık 1925
Semiz,
Atatürk Döneminin İktisadi Politikası,Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti
Toprak,
Türkiyede Milli İktisat 1908-1918
Turan,
A. Ödekan, İTÜ Dergisi, Erken Cumhuriyet Döneminde Yerli Malı Kanunu ve
İstanbul Yerli Malı Sergileri
merhaba hanımefendi,
YanıtlaSilnasılsınız?